Aşk üzerine sayısız kitaplar yazılmış, şarkılar bestelenmiş, filmlere ve resimlere konu olmuş. Dillerden dillere destan olarak aktarılmış, kimi zaman sadece kader olduğu düşünülüp geçilmiş, kimileri kendini hayatının aşkını bulmaya adarken kimileri de aşktan korkmuş ve kaçmış. Peki aşk nedir? Sözlük anlamı olarak bir kimseye veya bir nesneye karşı duyulan bedensel ve ruhsal güçlü duygu, sevgi ilişkisi. Fakat yaşamımızın önemli bir parçası olan bu duygunun “aşkın” bu kadar kısa ve genel bir tanıma sığmaması gerektiğini düşünüyorum. Aşkın tanımı her birey için özneldir ve buna bağlı dinamikleri farklıdır.
Aşk, çok hoşlanmanın ötesinde bir duygudur. Birçok insanın hoşlandığı ama aşık olmadığını belirttiği kişiler vardır ve bazı insanların da hoşlanmadığı ama karşı konulamaz bir çekim hissettiği kişiler vardır. Öyleyse akıllara şu soru gelir; neden aşık oluruz? Çünkü aşk iyi ve güzel hissettirir. Bunun sebebi ise benliğimizi geliştirmesidir. Aşık olduğumuz insana yakınlaştıkça onun hayatına ve bakış açılarına da dahil oluruz. Böylece kendi amaçlarımıza ulaşmamızda bize katkısı olur ve benliğimizin genişleyerek gelişmesini sağlar.
Sosyal psikologlar, aşkı türlerine göre ayırmaya çalışmışlar. En yalın haliyle tutkulu aşk ve dostça aşk olarak ayırmışlar. Tutkulu aşk, çeşitli tezatlıkların bir arada bulunduğu aşktır. Bunlar; sevgi ve cinsel arzu, coşku hali ve acı hali, endişe ve rahatlama, yoğun kıskançlık ve fedakar olma hali. Dostça aşk ise yaşamlarımızın birleştiği ve aynı yolda ilerlediği kişiler için duyduğumuz sevgi halidir. Yoğun tutku barındıran duyguların aksine sıcak bir sevgidir. Beraberliğin devam etmesi halinde aradaki bağların artması ile güçlü duygular meydana gelir. Aşk tanımını tutkulu aşk ile bağdaştıran kişiler günün birinde hayal kırıklığı yaşamaya daha yatkındır. Çünkü tutkulu aşk tanımında bulunan yoğun duygu hali uzun vadede devam etmemektedir. Uzun süreli ve başarı bir beraberlik yaşayan çiftlerin çoğunda dostça aşk unsurlarının bulunduğu görülmektedir.
Aşkı yaşamanın belli evreleri vardır. İlk evre “aşık olma” burada vücudumuzda mutluluk veren hormonların devreye girdiği ve karnımızda kelebeklerin uçuştuğu, her şeyin gözümüze daha güzel geldiği evredir. Partnerimizi kusursuz görür ve onu yüceltiriz. Aşkın gözünü kör etmesi ifadesini burada yaşarız. İkinci evre “eşleşme” de artık görüşmelerin başarılı geçtiği ve beraberliğin başladığı zamandır. Aradaki bağlar daha da güçlenir ve çiftler birbirlerinin hayatına dahil olarak birbirlerinin hayatını etkilemeye başlar. Üçüncü evre kimsenin yaşamak istemediği ve çoğunlukla bu evreden sonra diğer evrelere geçemediği “hayal kırıklığı/ayrılık.” Bu evrede karşı taraf artık yüceltilmek yerine şeytanlaştırılır. Tüm hataların göze batmaya başladığı, onun doğru insan olmadığı düşüncesi ortaya çıkar. Artık enerjisi bitmiş bir ilişki vardır. Bu evreyi atlatmayı başarırsanız dördüncü evre olan “gerçek aşkı” yaşayabilirsiniz. Partnerinizi ne yücelttiğiniz ne şeytanlaştırdığınız evredir, karşınızda da bir insan olduğunu kusurları olabileceğini kabul edersiniz. En önemlisi artık partnerinizi anlayabiliyorsunuzdur. Beşinci ve son evre “birleşen güç.” Artık birleşen hayatlarınız ve güçleriniz ile birbirinizin hayatının aşkı ve hayat arkadaşı olduğunuz evre. Sorunların üstesinden gelmeyi öğrendiğiniz daha güçlü bağlar ile birlikte amaçlar edindiğiniz en gerçek aşkla tanıştığınız zaman..
Her şeye rağmen aşk güzeldir. Aşktan kimse kaçamaz, saklanamaz; aşkı kimse arayarak bulamaz, aşk kişiyi bulur. Bu güçlü duyguyu kimse bastırarak yok sayamaz, bilinçaltımız yok saydığımız hisler ile doludur. Freud’un da dediği gibi “İfade edilmemiş duygular asla ölmez; sadece diri diri gömülür ve sonradan korkunç şekilde tezahür ederler.” Herkesin hayatının aşkını bulması ve kaybetmemesi dileğiyle..