Cemal Bey öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.

– Bilakis, ben teşekkür ederim bu güzel portalda bana yer verdiğiniz için.

  • Cemal Bey ilk olarak kısaca bize kendinizden bahseder misiniz?

36 yıldır tekrar tekrar tanıştığım Cemal’in diyalektiğe değmeyen tek yanı 1981 yılında Mut dağlarında başlayan ve kuvvetle muhtemel ebedi uykuda bitecek olan Türkmen haşarı çocukluğu sanırım. 🙂 Sonrası merak eden, babaannesinin lambalı radyosunu o merakla söküp bozan hep o haşarı çocuk… Halikarnas Balıkçısının çizgili defter sevmeyişini izahı gibi; “başkasının çizdiği çizgiden gitmeyi sevmeyen” haliyle toplum gözünde ukala, toplumla aynı dili konuşmakta zorlanan, istikrarsız bir adam sanırım Cemal. Sürekli bırakılan okullar, gazetecilik aşkı, belgeseller karşısında geçen zaman, inatçı yeniyi başarma aşkı, Türkiye’nin ilk bilmem nesi; Dünyanın ilk bilme busunu başarma peşinde koşan inatçı adam… Kısaca merakın insan haliyim sanırım. Gazetecilik öğrenimi ve uzun süre gazetecilik, reklamcılık, proje tasarımları sonrası yapımcılık, yönetmenlik ve amatör olarak başlayıp profesyonel uğraşa dönüşen oyunculuk… Ama bütün bu akıl dünyasının karmaşasını bir kenara koyarsak özetle; bir süredir düşünmek yerine hissetmeyi seçen akılsız bir adamım ben. Ruhsuz olmaktan yeğdir diyorum.

  • Yönetmenlik ve yapımcılık maceranız nasıl başladı? Bu alanda çalışmaya ne zaman karar verdiniz?

Her şeye merakla başlayan, devlet kurumlarına dahi bir dolu pilot proje yapan, Akdeniz Oyunları, uluslararası kültür sanat organizasyonları, radikal seçim kampanyaları tasarlayan, bilakis gazeteciliğin her döneminin teknik branşlarına kadar deneyim edinen bendeniz işte bu alanı (yapımcı ve yönetmenlik) hiç merak etmemiştim aslında. Yani hemen her şeyi merak eden ben, popüler kültürün aptal kutusu olarak gördüğüm TV’yi hiç sevmedim aslında. 1999 yılında ustalarımla yine bir ilkin (Türkiye’nin ilk yerel spor gazetesi) peşinden koşarken Konya’da deneyimlemiştim televizyonculuğu. Gazetecilik aşkımı körüklemekten başka işe yaramamıştı. Hatta evimde televizyon olmamasına şükrettirmişti bu deneyim bana.

yapımcı cemal mekan

  • Evinizde TV yok mu; neden?

Çeyiz olarak eve yerleştiği dönem olan evliliğimin ilk iki yılından sonra hiç olmadı, 10 yıldır da yok; soranlara eve iş götürmüyorum diyorum. 🙂

Velhasıl yapımcılık, eski eşim ve daimi hayat dostum Hatice’nin teşviki ile oldu. O dönem kurulan TRT çok dilli kanallarından birinde dublaj yapmak üzere İstanbul’a gelmişti Hatice. Ve ben Mersin’de reklam ajansı başkanlığı yapmakta; Akdeniz Oyunları adaylığı, devlet kurumlarına gerilla reklamcılık tekniklerini kabul ettirmek gibi riskli işlerle uğraşmaktaydım yine. Hatice risk sevdiğim bu süreçlerde beni hep canı gönülden destekledi ve başardığım her şeyde istikrarı o sağladı. Bana kalsa daha çok batardık :))

Söz konusu TRT kanalının kurulması ile nihayet sıra onun hayallerine gelmişti. Oyuncuydu ve olmak istediği yer kamera karşısıydı. Onun için 2009 yılında tasarladığım Gezgin Uçurtma adlı çocuk programı ile başladı yapımcılık ve yönetmenlik serüvenim. O proje tam 131 bölüm süren alanında ilk olan bir işti. Ben yazıp yönetiyordum, Hatice programın iki ana karakterini birden muazzam başarıyla oynuyordu. Yenlikçiliğin en kolay kazanıma dönüştüğü yerin TV olduğunu keşfetmem oldu sanırım devam etme kararımda etkin olan. Bir de belgesel aşkı. Evliliğimiz ilk yılında bu nedenle bitiyordu neredeyse 🙂 Türkiye’nin ilk docu-style reality projesi Kılavuz’u tasarladığımda FETÖ belası çoktan yer etmişti TRT içinde ve ilkeli insanları sevmiyorladı. O proje ile birlikte 5 projem rafta bekledi tam 3 yıl. Sonra nihayet hükümet de anladı durumu ve projelerimiz sırasıyla raftan inmeye başladı. TRT Belgesel’in ilk projelerinden oldu Kılavuz ve tek sezon yapmamıza karşın hâlâ aranan bir proje olarak anılıyor. İstediğimizi yapamasak da ilki başarmış olmaktan mutluyum. Sonrası bir başka ilk Şampiyona Karşı ve arada başka ilkle Dünyayı Geri Sayanlar, Probase 2014 gibi projeler.

  • Projelerinizin bir ortak noktası var mı?

İlk olmaları. Kimi Türkiye’nin ilki kimi Dünya’da ilk. Eski köye yeni adet getirmek saplantım var sanırım 🙂

  • Nedir bunlar, biraz bahseder misiniz?

Gezgin Uçurtma’yı saymazsak (Türkiye’nin ilk Kürtçe çocuk programı; formatı itibariyle de Türkiye’nin ilkiydi); az önce de söylediğim gibi ilklerin projeleri denebilir hepsi için.

Kılavuz, Türkiye’nin ilk survival temalı docu-style reality projesidir. Ayrıca çeşitli lokal nedenlerle istediğimiz gibi uygulayamasak da bu alan tasarlanmış Dünya çapında en detaycı projeler arasında gösterildi. Kılavuz kapsamında “internet bile kesilse dünyanın sonu geldi sanan” konfor bağımlısı bireylere olası bir felakette kendileri ve sevdiklerini nasıl hayatta tutacaklarını göstermeyi amaçladık. Ve bunu, felaketlerin ansız, pazarlıksız ve acımasız olmasından hareketle katılımcıları ansızın modern hayattan kopararak, dünyanın en sert programı olmayı hak edecek acımasız simülasyonlarla yaptık. Bu yönüyle insanlara ellerindekinin kıymetini bilmeyi, tüketim çılgınlığına ve insanın doğadaki yerine dikkat çekmeyi amaçladık ve gelen tepkilere; programın yüksek lisans tezi olmasına bakılırsa bunu başardık.

Probase 2014 Turkey, Türkiye’nin ilk BASE Jump serisidir. Bu alanda ekol olan Cengiz Koçak ile gerçekleştirdiğimiz bu projeyi Dünyayı Geri Sayanlar adlı seri izledi.

Şampiyona Karşı, sadece Türkiye değil Dünya çapında bir ilk oldu. Sedanter (düzenli spor yapmayan) bireyleri kampa alıp 90 günde Dünya şampiyonu sporcuların karşısına çıkarmayı ve gelişimlerini ölçerek bilimsel rapor haline getirmeyi amaçlayan projemiz Londra Spor Bilimi Konferansında gündeme geldi ve dünya spor bilimcilerinin ilgisini çekti. Proje halen devam onayı bekliyor.

oyuncu cemal mekan

  • İyi bir yapımcı ve yönetmen olmanın kriterleri nelerdir?

İyi kavramı yerine kaliteliyi kullanmayı yeğliyorum. Kalitenin bileşenleri etik, estetik ve adalettir bence. Ve bunları içeren sadece yapımcı yahut yönetmen değil herkes ve her şey idealdir naciz fikrimce.

Açmak gerekirse; kaliteli yapımcı projelerine bir stratejik plan ve kamu yararlığı kısmı koyandır. Reyting elbette yadsınamaz bir hedef ama salt bu hedef olursa etik de estetik de adalette yara alır ki ekranlar bu saçmalıklarla dolu. Toplumsal kazanım kaygısı olmazsa olmazıdır bence kaliteli yapımcının.

Kaliteli yönetmen olmak ise daha basit; yapımın duygusunu açığa çıkarmanız yetiyor. Ama kalitesiz bir yapımın kaliteli yönetmeni olunur mu inanın ben de net değilim bu konuda.

  • Türkiye’de yapımcılık ve yönetmenlik yapmanın zorlukları nelerdir?

Türkiye’de kalite zorlu bir süreç. Sadece yapım ve yönetmenlik için değil her şey için böyle. Karşınıza saçma sapan bir kültür kodu engeli çıkıyor. İş kültürümüze de sirayet etmiş, kolaycı, taklitçi yaklaşımı inşa eden kültür kodları toplumun her alanına hakim durumda. Bu da şuursuz bir üretim ve haliyle şuursuz bir tüketim kültürünü beraberinde getiriyor. Ben projelerimi bu gerçeği gözetip kitleye güvenmeyerek yapıyorum; yeni kuşak bunları aşıyor bence. O beğenmediğimiz y-z kuşağı küresel iletişimle birlikte daha az narsistik ve taklitçi eğilim gösteriyor, daha özgün ve hep söylediğim gibi Türkiye insanının dünya ortalamasından oldukça yüksek zekasından kaynaklanan insiyatif kullanma refleksini inovatif kullanıyor. Umut var velhasıl 🙂

  • Bir doğa tutkunu olduğunuz biliniyor ve TRT Belgesel için “Kılavuz” adlı belgeseli çektiniz. Bu hassasiyetin eseri miydi Kılavuz?

Hayır, değildi. Kılavuz’un usta seslendirmen Sungun Babacan’ın harika ses ve yorumundan bir spoiler videosu var internette ve o tanıtım her Kılavuz bölümünün önünde yer aldı. Orada yazdığım bir şey var özellikle vurguladığım; “Bu program bir doğa programı, yarışma ya da oyun değildir” Bu cümle benim için çok önemli. Kılavuz doğayı sevdirmeyi değil, ona saygı duyurmayı hedefleyen, onun gücünü gösterip, “doğaya gelmeyin; buraya ait değilsiniz; doğayı rahat bırakın” diyen bir programdır. Ormanlar yaban bireylerinin evidir, bize düşen ekolojik şehirler için çabalayıp, tüketim çılgınlığına son vermemizdir.

  • Araya girmek istiyorum; sizin hakkınızda kampçı ve doğa sporcularının belalısı diye bir yorum okumuştum, bu nedenle mi yazılmış?

Evet, tam olarak bunun için. Kampçılık, trekking gibi popüler doğa aktiviteleri doğa severlik değil, doğa seviciliğidir bence. Bir başka sömürü şeklidir. İnsanın başparmağı ve lanetli, kibirli, üstün varlık olduğunu sanan aklı olduğundan beri doğası şehirler. Şu röportajı yaptığımız şehrin göbeği yakın sayılacak tarihte ormandı. Madem seviyorduk neden diktik bu binaları? Madem seviyoruz neden balkonlarımız çatılarımızı ekolojik şehirle yaban bireylerine açmak yerine hâlâ onların alanları daraltıyoruz. Daha katlanılmaz, benim deyimimle kalitesiz olanı bunu doğaseverlik olarak lanse etmemiz. Yaban sahaları yaban bireylerinindir. Sesiniz, kokunuz, varlığınız onlar için tehdittir. Dünya bunu henüz fark ediyor ve çevre anayasasını hazırlıyor. Lütfen uzak duralım ormanlardan.

  • Biraz öfkelisiniz sanırım? 🙂

Dedim ya toplum ile aynı dili konuşmakta zorlanıyorum 🙂 Aslında herkes öfkeli ama ben arkalarından değil, yüzlerine söylemeyi tercih ediyorum.

yönetmen cemal mekan

  • Zor olmuyor mu yaşam böyle?

Evet, karşımdakiler için oldukça. 🙂 Sanırım ben artık pek takmıyorum.

  • Gelecek projeler neler?

Bir dolu şey var ama sürpriz olsun.

  • Çok koşuşturmalı bir hayatınız var. Kendinize ayırdığınız zamanlarda kariyeriniz ve kişisel gelişiminiz için neler yapıyorsunuz?

Daha çok dinliyorum eskiye nazaran. Bolca hissetmeye çabalıyorum. Düşünmek yerine ne hissettiğini fark etmek önemli bence. Oyuncu, yönetmen, yapımcı, projeci… hangisi olarak üretirsem üreteyim hislere hitap etmez, onları yararlıya eviremezsem başarısız sayılırım. Göğe bakıyorum ustanın dediği gibi. Bolca…

  • Oyunculuk yaptığınızı da biliyoruz. Bu zamana kadar hangi film ve dizilerde rol aldınız?

Atlara rol arkadaşı lazım olduğu için olmalı beni tarihi projelere davet ediyorlar 🙂 Ki kısa tiyatro kariyerini bıraktıktan sonra oyunculuğu biraz sektörü gözlemlemek için yapmaya başladım. İddialı bir rolüm de yok henüz. Muhteşem Yüzyıl, Diriliş, Çember, Savaşçı gibi projelerde birkaç bölüm konuk oldum.

  • Oynadığınız karakterlerden hangisini en çok sevdiniz?

Hep kötü karakterleri oynadım ve hepsi bana çok samimi geldi. Çünkü drama hayatın kendisi demektir. Yani hepimiz birer oyuncuyuz ve hepimiz iyiyi oynuyoruz. Siz iyi gazeteciyi, o iyi babayı, bu iyi öğretmeni, şuradaki iyi anneyi, yanındaki iyi sevgiliyi oynuyor. Bu samimi değil. Oysa hepimizin içinde kötü var. Kötüyü oynamak samimiyet istiyor.

Çember’deki alaycı Erdoğan karakteri içlerinde en karizmatik olanı diye ayrı bir sevdim sanırım 🙂

  • Şiir aşığısınız. Şiir seslendirmesine nasıl karar verdiniz?

Sözcükler söz konusuyken evet şiire aşığım. Teşekkür ederim bu tanım için. Şiir gerçekten çok önemli şey sözcüklere mahkum olduğumuz şu iletişim çağında.

Şöyle ki; sözcükler yalan söylemek için icat edilmişlerdir derim malum provokatif üslubumla 🙂 Sahi, kim en coşkun hislerini samimice anlatmak için onlardan medet umar ki? Mesela, Fransızca ağlayan gördünüz mü hiç? Yahut Japonca gülen, Arapça sarılan?

  • Şiirler de sözcüklerden oluşmuyor mu?

-Sözcüklerin yalın hallerinden değil; “fermente sözcüklerden” oluşuyor şiir. Şiir ile fermente edilen yalan hizmetkarı sözcükler kifayet kazanıyor hisleri betimlemeye. O nedenle şiir sözcüklerin fermente edilmiş halidir.

Seslendirmeye ise sevgili hocam, Mersin Devlet Opera ve Balesi kurucusu Yaşar Esgin sayesinde başladım ve çok sevdim. Sesle anlaşacaksak bu şiirle olmalı dedim onun sayesinde. Etik, estetik ve adil yani kaliteli konuşmak hali bence şiir. Ve galiba bu nedenle felsefenin dili şiirdir.

  • En sevdiğiniz şair kimdir? En sevdiğiniz şiir hangisidir?

Şair ve şiir aynısı değil işte:) Şair insan, şiir duygusu. Orhan Veli’nin yapısökümcü, alaycılığını hep çok sevdim. Nazım Hikmet’in ise şiirlerini. Ustaca fermente ettiği birçok şiiri bende hayranlık uyandırır.

  • Mersinlisiniz. Cehennem obruğunu ilk ayak basan ekibin başı olduğunuzu duyduk. Tarih boyunca bu obrukta biriken çöplerin tespitini yaptığınız ve böylece obruğun temizlenmesine vesile olduğunuzu duyduk. Bu konuyu anlatabilir misiniz?

Dünyayı Geri Sayanlar projesinin dünya rekoru sayılacak atlayış bölümünde cereyan etti olay. Cehennem obruğu 132 metreyi bulan negatif duvarlı yapısı ile daha önce kimsenin inmediği bir yerdi. Biz oraya atladık 🙂 Yani bizim çatlak kulübünden Cengiz Koçak atladı. İyi de etti. Kamera ve güvenlik ekibi de indi zemine. İlk basılan ayak o ekipten usta dağcı Serdal Televi’nin sağ ayağı oldu 🙂 Sonra bir başka usta dağcı Nedim Urcan ekibimiz adına zemine ayak bastı. Sonra da zorlu iniş alanına Cengiz’in poposu temas etti, o ayak basmadı. Videosu internette var 🙂

Zemine indiğimizde yukarıdan çakıl taşı olarak gördüğümüz nesnelerin aslında onlarca yıldır obruğa atılan pet şişeler olduğunu fark ettik. Adeta diz boyu deniz olmuştu. 1960’lardan objeler bile vardı. Cengiz çok güzel tanımladı o tabloyu “İnsan yaşamadığı yeri bile kirletebilen bir canlı” İşte bu nedenle yabandan uzak duralım diyorum. Velhasıl medyaya sirayet edince tablo, Kültür ve Turizm Bakanlığı bizden tespit filmi izledi. Facebook sayfamda da bulunan filmi sunduk ve temizlendi. Ama zihniyetler temizlenmeden kalıcı çözüm imkansız.

  • Sosyal sorumluluk projelerinde de sizin isminizi duyuyoruz hatta içinde kadınlar için olanlar ağırlıkta. Bu projelerden bahseder misiniz?

Aslında benim gibi megaloman bir adam için bile oldukça zor sosyal sorumluk için bunu yaptık demek 🙂 İçimizi döktük, vicdanımızı rahatlattık diyebilirim ancak. Amatör tiyatrolar için sahne yapımları, tiyatro festival ve gösterilerine desteklerin yanı sıra yanılmıyorsam Zurih Üniversitesi Kültürel Antropoloji dersinde de okutulan “Change Your Perspective” adlı profeminist bakışlı Dünya Kadınlar Günü projesini yaptık. Filmi youtube’da aynı başlıkla izlenebilir.

“Kadının Kadına Ettiği Kadın Oyunları” adlı bir eseri bir vakıf için yazdık. Bu alanda çalışan vakıflara iletişim destekleri sağladık.

  • Bir de epey konuşalan bir boşanmanız var. Daha doğrusu boşanma düğününüz?

Tamamen bizbize ironik ve şifacı bir etkinlik -ki Hatice’nin dahiyane fikriydi- birden medyanın dikkatini çekti ve yapısökümcü bir etkinliğe dönüştü. Fena da olmadı aslında.

cemal mekan röportaj

  • Boşanmanızı mı kutladınız beraber?

Hayır, biz yeni hayatlarımızı kutladık. Bize cesaret versin diye başlangıcımızı kutladık. Tıpkı yeni işe başladığımızda, yeni eve yerleştiğimizde, evlendiğimizde yaptığımız gibi. “Kutlamalar şifacıdır” der Hatice, ne güzel de der. Düğün ve ayrılık günümüzü aynı güne denk getirip parti yaptık ve adına da “Boşanma Düğünü” dedik. Sosyal medyadan dostlara duyuralım derken medyanın, köşe yazarlarının, akademisyenlerin de haberi oldu. Herkes düğüne gelmek, yazmak çizmek istedi. Birçoğunu reddetsek de kıramadığımız birkaç kişi sayesinde milyonların gündemi oldu birden.

  • Çok şaşkınlık yarattı toplumda her işiniz gibi bu etkinlik de sanırım?

-Asıl şaşırtıcı olanı toplumun kendisi aslında. Bir aynaya baksak, şaşırdığımız şeyin barışçıl iki insanın yeni hayatını kutlaması olduğunu ve birbirini gırtlaklayanları normal gördüğümüzü fark edeceğiz dehşetle. Velhasıl iyi oldu; Hatice’nin fikrine sağlık.

  • Çok yönlü bir kişiliğe sahipsiniz. Yaptığınız işlerde de bu özelliklerinizin etkisi görülmektedir. Bu kadar farklı alanlarda çalışmak sizi yoruyor mu? Uzaklaşmak istediğiniz zamanlar oluyor mu?

Ben zaten uzağım toplumdan. En başta demiştim ya; akılsızım. Ruhsuz değil.

  • İzin verirseniz tek kelimelik cevabı olan sorular sormak istiyorum.

Doğa: Samimiyet
Yapımcılık: Sorumluluk
Yönetmenlik: Duygu
Dizi: İzleme
Şiir: Fermente
Aile: Herkes
Aşk: Andadır

Cemal Mekan İletişim Bilgileri

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir