Yaşamla ilişkili beklentilerimiz var. Kimi beklentileri yarına kimi beklentileri ise insanlara yüklüyoruz. Yarından iyi olmasını, bolluk, bereket, sevgi, sağlık içinde olmasını istiyoruz. İnsanlardan da bizi sevmelerini, tercih etmelerini, kabul etmelerini, takdir etmelerini, aralarına almalarını bekliyoruz. Ya da başka bir deyişle verdiklerimizin karşılığını almayı bekliyoruz. Alamadığımız zamanlarda beklentilerimizi karşılayamamış oluyoruz. Veriyoruz ama alamıyoruz, neden? Verdiğimizde bir sorun olmadığını düşünüyor, kalpten veriyorsak sorun nerede olabilir? Yoksa kalpten verdiğimizi söylerken mi yanılıyoruz?
İlk vermeğe başladığımızda beklentilerimiz kendiliğinden oluşuyor. Verirken altına koyduğumuz her ne ise onun geri dönmesini bekliyoruz. Beklentilerin gizemli bir yanı var. Beklenti içinde olduğumuzu verirken anlamıyoruz. Gerçekten istediğimiz için verdiğimizi, altına başka bir duyguyu gizlemeden karşıya ilettiğimizi düşünüyoruz verirken. Ama geri gelmediğinde fark ediyoruz ki beklermişiz. Yüreğimizde sıkıntı o zaman başlıyor ve karşı tarafı suçlamaya başlıyoruz. Suçladığımız özneler hep başkaları yaşam, sevgililer, dostlar, hayat şartları, ülke ekonomisi ve liste uzayıp gidiyor. Bir tek kişiye bakmayı unutuyoruz genelde… Kendimiz… Verdiğimin altına hangi duyguyu koydum ki bana ektiğim tohum meyve olarak bu üzüntüyü verdi? Ben hangi yönümü karşı taraf üzerinden tatmin etmeğe, doldurmağa çalıştım?
Beklenti, kendi içimde olmayan duygunun diğeri tarafından doldurulmasını istemektir. Beklenti oluşturduğum durumlarda kendimde var olmayanı, tamamlamadıklarımı başkalarının vermesini ve tamamlamasını istiyorum. Dostlarımı seviyorum. Onlar tarafından sevilmeyi de istiyorum. Fakat hiç beklemediğim bir anda en sevdiğim dostum bana en yapılmayacak olanı yapıyor. Halbuki o kadar da sevmiş ve verici davranmıştım. Karşılığında beklediğim de bu değildi. Bu davranışı hak etmediğimi düşünüyorum. Fakat kaçırdığım bir nokta var ki dostuma sevgimi verirken altına korkularımı, endişelerimi “fakında olmadan“ yerleştirdim. Verirken daha fazla sevsin, sevdiğimin karşılığını alayım diye verdim. Ya da patronuma gülümsememi verirken beni fark etsin ve takdir etsin diye verdim. Ve bunu gülümseme gibi iyi bir davranış üzerinden yaptım. Gerçekten iyi bir şey vermiş olsaydım karşılığında “beklemediğim” bir durumla karşılaşır mıydım? Demek ki iyi olduğunu sandığımın içine, altına, üstüne bir yerine başka bir duygu yerleştiriyorum. Bu duygunun içimde eksik olmasından dolayı bunu karşı tarafın doldurmasını bekliyorum. Ben gerçekten kendimi takdir etseydim acaba patronuma altında başka bir şey olan bir gülümseme yerine gerçekten içten bir gülümseme vermez miydim? Ya da dostlarıma da aynı şekilde…
Özellikle emek verilerek yapıldığı sanılan ilişkiler içinde karşılaşılan beklentiler doyurulmadığı zaman küskünlüklere, kızgınlıklara ve ayrılıklara sebep olmaktadır. Aslında emeği harcayanın fark etmediği, harcadığını iddia ettiği emeğinin altına başka duyguları, korkuları da koymuş olduğudur. Yalnız kalmaktan korkan biri yalnız kalmamak için insanlara emek harcayacak sürekli insanları etrafında tutmaya çalışacaktır. Burada en çok sorulan soru “kimseye sevgimizi ifade etmeyeceğiz, hediyeler almayacağız, onlar için bir şey yapmayacak mıyız “sorusudur. İnsanlara verileni bir süre sonra ya da yeri ve zamanı geldiğinde geri alamamaktan şikayet ediyorsanız zaten verirken sevgi ile değil beklenti ile vermişsinizdir.
Beklentisiz yaşamaktan kasıt kimse ile iletişimde olmamak ya da başımızı öne eğerek “beklemiyormuş“ gibi yapmak değil. Beklentimizi oluşturan verdiklerimizin, altına başka duygu ve korkular koyup koymadığımızı fark ederek onlarsız vermektir. O takdirde zaten beklenti gelişmeyecektir. Beklentilerimiz, korkularımızın bize hazırladığı farkındalık istasyonları. O durakta durup da yaptığımızı fark edersek o zaman beklentiden de kurtulmuş, vermek istediğimizi altına sevgiden başka bir şey koymadan vermiş oluyoruz.
Gelecekten Beklenti
Beklentilerim neler? İnsanlardan verdiklerimizin karşılığı olarak beklentilerimiz olduğu kadar önemli beklenti kaynaklarımızdan bir tanesi de gelecek… Gelecekten beklentiler bizi “şu anımızdan” alıkoyarak geleceğe bağlıyor ama şu anı kaçırınca geleceği bütünüyle kaçırmış oluyoruz. Şu anda yaşadığım korkular bedenlenerek geleceğimdeki olayları yaratıyor. Amaç ne?… Gene… Fark etmek. Merkezimizi şu andan çıkarıp geleceğe koyduğumuz zaman önüne bakmadan yürüyen adam gibi önümüzdeki taştan dolayı düşüyoruz. Daha taş uzaktayken geldiğini görsek de önümüze bakmadığımız için önümüze geldiğinde bizi düşürüyor gene de. Dolayısıyla gelecekten beklenti şu anımızı ve yaşantımızı kilitliyor. Yarattığımın farkında olmadığım korkularım, benim gelecek zaman birimindeki “anımın “ içinde yaratılmış olarak yer alıyor ve beni düşürüyor. Gelecekten beklentiyi nasıl kaldırabilirim? Sağlıklı bir şey mi? Gelecekten beklentilerimi kaldırabilmek için kontrol mekanizması üzerinde durmam gerekiyor. Kontrol etmeğe alışık insan geleceği kontrol etmeğe harcadığı enerji karşısında yorgun ve bezgin düşüyor. Beklentim olduğu için geleceği kontrol etmeğe çalışıyorum. Kontrol etmeğe çalıştıklarım da hayatıma heyecan, endişe, korku olarak giriyor. Hayatı ve nasıl akması gerektiğini kontrol ettiğim sürece beklentilerimi de kontrol ediyorum.
Peki o zaman ne yapmalı? Her şeyi oluruna bırakmalı ve kayık nereye giderse hayrıma olduğuna mı inanmalı? Bunun da cevabı çok yanlış yerlere gitti bugüne kadar. Teslim olmak, kabul etmek hep böyle anlaşıldı. Teslim olmak önünüze “öğren” diye olayları sıralayan sistemi “görmezden gelmek, katlanmak” demek değildir. Akıntının yönünde bir problem var ve sizi iyi olmayan, dolayısıyla fark etmeniz gereken bir yere doğru sürüklüyorsa orada eylemsiz kalmak teslimiyet değildir. Teslimiyet, huzurun içinde var olan bir duygu. Teslimiyet, huzur kişinin merkezinden taşındığında isyan, küskünlük, kaçış duygularını yaratan sebepleri anlamağa çalışma, farkına varmak adına yaşanan bu duyguları sürdürerek akıntıya karşı kürek çekmemek için eylemsiz kalmaktır. Bu durumda hayatın akışını bozan sebeplere bakmakta fayda vardır. O zaman hayatın akışının kontrol edilmesine gerek kalmayacaktır. Neyi ve neden istediğini net bir şekilde bilen zaten zihninde olanı yaratacaktır. Zihninde ne olduğunu bilmediği, fark etmediği zaman, fark etmediği biliş kendini bedenleyerek olay ya da daha genel deyişiyle deneyim olarak karşısına çıkacaktır. Genelde kontrol da bu aşamada başlar. Sistem zihindeki bilgiyi yaratarak fark etmeni sağlayacak olayları arka arkaya sıralar. Kontrol edilmesi gereken olmuş olaylar değil, onları oldurtan zihnin bilişlerini fark etmektir. O zaman son olarak şöyle bir çıkarıma daha gidebiliriz. Zihnimizde ne olduğunu bilmediğimiz ve olanların da olmasını istemediğimiz için, diğerinin, “iyi olanın olması için” beklentilerimiz var. Beklentilerimizin içinde de umutsuzluk, kırgınlık, korkular ve endişeler var. Bir yanımız kendini biliyor. Bunları kapatmak için de insanlara verici olmaya çalışıyor. Veriyor ki içimizde “ne olmadığını “ kapatıp sorun yokmuş gibi yapabilelim. Hatta onların da dikkatini başka tarafa çekerek içimizde olmayanı görmemelerini sağlayabilelim. Zihnimizin içinde unutulmak, sevilmemek kabul görmemek gibi korkular olduğu sürece yaratacaklarımızın da içinde olmayacak mı? Korkularımız beklentilerimizi yarattığı gibi beklentilerimiz de korkularımızı besliyor. Kapatmaya çalışarak sadece vakit kaybediyoruz ve yanan ateşi odunla besliyoruz. Beklentilerinizi rafa kaldırın demiyorum. Beklentinizin oluşmasına sebep olan korkunuzla yüzleşin ve onları rafa kaldırın. İçinizdeki bekleyen, beklenti yaratan korkuların kodunu değiştirin. O zaman siz ve hayatınız değişmiş olacak. Düşünün ki birine bir şey verirken sadece sevgi ile ya da gerçekten vermek istediğiniz için veriyorsunuz. O zaman zaten onun geri dönmemesinin imkanı yok. Dönmesi için beklenti yaratmanıza sebep kalmıyor. O zaman doğanın yasası işliyor. Ne ekersen onu biçersin…