Bağlanmanın Temelleri
Bağlanma Teorisinin temelleri İngiliz psikanalist John Bowlby tarafından atılmıştır. Uzun yıllar boyunca bebeklerin, ebeveynlerine ya da onlara bakan kişilere olan bağlanma şekillerini incelemiş olan Bowlby, “bağlanma teorisi”nin temellerini bu gözlemleri üzerine kurmuştur. Bu gözlemler, 6 ay ve 2 yaş arası bebeklerin stres verici durumlarda onlara bakan kişilerle nasıl iletişim kurdukları incelenerek yapılmıştır.
Bebekler doğduklarında savunmasız oldukları için içgüdüsel olarak onları dış dünyadaki tehlikelerden koruyacak, onları kollayacak ve sakinleştirecek kişilerin varlığına ihtiyaç duyarlar. Bu kişiler genellikle ebeveynler ya da bebeklere bakan kişilerdir. Bebekler bu kişilere bağlanır ve bu bağlanmanın şekli, bebeğin ona stres veren durumlarda bu kişiyle olan ilişkisine bağlıdır. Bebeklik çağında sağlıklı bir bağlanma şekli geliştirememiş bireyler, yetişkinlikte romantik ilişkilerinde aynı bağlanma sorunlarıyla karşı karşıya gelebilirler.
Bowlby’nin ortaya attığı “bağlanma teorisi” 1980’lerin sonlarında Cindy Hazan ve Philip Shaver tarafından “yetişkinlerin romantik ilişkilerine” uyarlanmıştır. Bireyler biyolojik olarak, hayatta kalabilmek için, başkalarıyla bağ kurma ihtiyacı içinde olarak dünyaya gelirler, fakat onların ne tür bir bağlanma şekli geliştirdikleri deneyimleriyle bağlantılıdır.
Bağlanma
İlişkilerde bağlanma, yakınlık kurma, karşı tarafa güvenme, kişinin kendini güvende hissetmesi, bir ilişkinin sağlıklı aidiyet üzerine kurulması için önemli faktörlerdir. Bebeklikte duyulan temel ihtiyaçların ve duygusal destek talebinin karşılanması halinde, yetişkin ilişkilerinde kişiler kendini daha güvende hissetmekte, yakınlık aramakta ve yakın hissetmekten keyif almakta, paylaşmak, ilgi göstermek ve birlikte eğlenmek, ilişki içerisindeki kişileri tatmin etmekte ve bu deneyimler onlara mutluluk vermektedir. Sağlıklı bağlanma ilişkisini bebekliğinde kurabilen yetişkinler, romantik ilişkilerinde her iki kişinin de temel ihtiyaçlarının karşılanmasını önemsemekte, partnerlerinin de mutlu olması için çaba göstermektedirler. Yani iki yetişkin gerçek anlamda bir ilişki yaşamaktadır. Bu ihtiyaçların bebeklikte karşılanmadığı “kaçıngan yetişkinler” ise ilişkilerinde, onları onaylayan, oldukları gibi kabul eden, onların ihtiyaçlarını karşılayan kişileri yani geçmişlerinde sağlayamadıkları “ebeveyn-bebek” ilişkisini yaşayabilecekleri birini aramaktadırlar. Yapılan araştırmalarda uzun süreli ilişkiden korkan ve ilişki geçmişlerine ve öznel değerlendirme testlerine bakıldığında bağlanma fobisine sahip oldukları teyit edilen yetişkinlerin bir kısmının çocukluklarında ebeveynlerinin ya ilgisiz ya da aşırı müdahaleci oldukları gözlemlenmiştir.
Bağlanma Korkusu
Bağlanmafobi olarak da adlandırdığımız bağlanma korkusu, kişinin bağlanmaya karşı geliştirdiği kaygılar ve bu kaygılar nedeniyle farklı derece ve biçimlerde ortaya çıkan dirençtir. Bağlanma korkusu yaşayan kişilerin egosu fazla gelişmiş ise hayatlarına aldıkları ve kendileriyle içselleştirdikleri nesneler dışındaki her şeye direnç gösterebilirler. Ego temelli ilişkilerde hamur gibi yoğurabilecekleri, vaktini, miktarını, etkisini kendilerinin ayarlayabilecekleri durumları kendilerinden bir varlık sayan bağlanma fobisi olan kişiler, bunun dışındaki nesnelerin varlığından rahatsızlık duyabilirler. Bu durumda içselleştirdikleri obje çalıştıkları iş, kullandıkları alkol veya madde, seks gibi dışa vurumlar ve bunun devamlılığı sonucunda bu dışavurumlarla ilgili bağımlılıklar söz konusu olabilir. Bahsedilen bu olası durum söz konusu olduğunda bağlanma korkusu, süper egonun varlığından rahatsızlık duyulması sonucu ego merkezli oluşan bir korkudur denilebilir. Böylelikle bağlanma korkusu ile bağımlılık arasında duygusal ve bilişsel anlamda bir bağlantı olduğu söylenebilir.
Ebeveynleriyle farklı bağlanma şekilleri kurarak büyümüş bireyler, ilişkilerinden de farklı beklentiler ve inançlar içinde olurlar. Bu bağlanma şekilleri, bireylerin ilişki kalitesine olumlu ya da olumsuz biçimde yansımaktadır.
Bağlanma Stilleri
Araştırmalara göre bireyler bağlanma şekilleri açısından 3 gruba ayrılabilir. Bunlar güvenli, saplantılı ve kaçıngan bağlanmadır. Güvenli bağlanma, sağlıklı aidiyet temelleri üzerine kuruludur. Saplantılı bağlanmada ilişkide bir tarafın diğer tarafa bağımlılığı ve o tarafın ilişkiden kopmasından hissedilen yoğun kaygı söz konusudur. Kaçıngan bağlanma türü ise kişilik özelliklerine bağlı olarak korkulu / kaçıngan ve kayıtsız / kaçıngan olarak iki alt gruba ayrılmaktadır. Korkulu / kaçıngan bağlanma stilinin temelinde güven eksikliği öne çıkmaktadır. Kişi hem karşısındakine hem kendisine güvenemediğinden dolayı kendini ilişkiye ait hissedememekte ve kendini ilişkiden uzak tutmaya çalışmaktadır. Bağlanmanın fobi düzeyinde olduğu grup kayıtsız / kaçıngan bağlanma stiline sahip olan kişilerdir.
Kayıtsız / kaçıngan bağlanma şekline sahip kişiler yakın duygusal ilişkiler olmadan kendilerini rahat hissederler. Bu kişiler için özgürlükleri, bağımsızlıkları, kendi kendilerine yetebilmeleri, başkalarına bağımlı olmamak ve başkalarının da onlara bağımlı olmaması önemlidir. Bu kişiler yüksek derecede özgürlük arayışı içindedirler. Bu bağımsızlık isteği, çoğu zaman onların yakın duygusal ilişkilere girmekten ve bağlanmaktan kaçınmaları nedeniyle olur. Bu kişiler kendilerini, kendi kendine yetebilen ve başkalarıyla yakınlık kurma ihtiyacı içinde olmayan bireyler olarak tarif ederler. Bu kişilerden bazıları ilişkilerin gereksiz olduğundan bile bahsedebilir. Bu kişiler partnerinden daha az derecede yakınlık talep ederler. Araştırmalar kayıtsız / kaçıngan bağlanma tarzına sahip bireylerin duygularını yoğun bir şekilde bastırmaya çalıştıklarını ve hislerini sakladıklarını göstermiştir. Bu bireyler, reddedilme korkusunu ve durumunu yaşamamak için kendilerini çevresindekilere ve partnerlerine yaklaştırmaz, onlarla yakın ilişkiler içine girmekten kaçınırlar. Korkulu bağlanma tarzına sahip kişiler gibi, kayıtsız bağlanma tarzı geliştirmiş kişiler de partnerlerinden daha az duygusal yakınlık bekler ve çoğunlukla duygularını bastırmayı ve saklamayı tercih ederler. Burada ayırıcı faktör ise bağlanma korkusunun temelinde özgüven eksikliği değil fazlası olmasıdır. Kayıtsız bağlanma yaşayan kişilerin düşük kaygı ve yüksek kaçınmaları vardır. İlişkilerde karşılarındaki kişiye değer vermezler, sadece kendi çıkarlarını düşünürler. Bu kişilerin kendilerine bakışları pozitif, bağlandıkları (bağlanamadıkları) kişiye karşı negatiftir. Burada söz konusu olan kendi istekleridir yani bu kişiler, süper egolarındansa egolarını dinleyen kişilerdir. Bu bağlanma stilindeki kişiler kendi isteklerini ön planda tutarlar ve kendi istekleri dışında gelişen her şey onlara kapana kısılmışlık hissi vermektedir. İşkolik insanların bir kısmı böyledir. Yaptıkları işi kendilerinden bir parça olarak görüp işlerinden başka bir şeyle ilgilenmek istemezler. Burada işi önemli yapan “kendi” işi olması ve o işi sahiplenerek kendinden bir parça olarak görmesidir. Böylelikle kendileri dışında gelişen her duruma işlerini bahane ederek kendi yaptıkları işi yüceltmektedirler. Bu sebeple bağlanma korkusu olan kişilerin işkolizme daha yatkın oldukları görülmektedir.
Bağlanma Korkusunun Belirgin Özellikleri
Genel olarak bakıldığında bağlanma korkusu, kişinin ilişkiye duyduğu ihtiyacın (bağlanma arayışı) ve bağlanmaktan (aidiyetten) korkmasının ilişkiye olumsuz olarak yansımasıdır. Bağlanma sorunlarının varlığını gösteren davranışların “bağlanma korkusu” ve “bağlanma arayışı” olmak üzere iki temel nedeni vardır.
Bağlanma korkusu, genelde kişinin olumsuz tecrübelerine dayanan, temelinde birincil aile ilişkileri faktörü bulunan ve bağlanma-ayrılık travmasına karşı geliştirilen bir çeşit savunma mekanizmasıdır.
Bağlanma korkusunun ilişkilere yansıyan en olumsuz yanı kişiyi ilişki yaşamaktan alıkoymasıdır. Kişi, içerisinde bulunduğu ilişki içerisinde boğuluyormuş hissine kapıldığından dolayı çareyi ilişki yaşamaktan uzak durmakta bulmaktadır. Korkunun en yoğun olarak görüldüğü bu durumda sağlıklı aidiyet kavramı çeşitli gerekçelerle örselenmektedir. Yoğun bağlanma-fobiye sahip olan kişiler kendilerini bağlılıktan uzak tutmak için soyut ve somut çeşitli gerekçelere başvurmaktadırlar. Ancak bu gerekçeler her zaman gerçeği yansıtmamakta, çoğu zaman bir inkar mekanizması olarak kalkan görevi görmektedir. Bağlanma korkusu yaşayanlar, içlerinde bulundukları durumdan rahatsızlık duymayabilir ve kendilerini böyle kabullenebilirler veya herhangi bir bağlanma problemi olmadığını söyleyebilirler. Bağlanma fobisi olan kişilerle olmayan kişilerin bağlılığı arasındaki fark, bağlanma-fobisi olan kişilerin yaşanmış bir ilişki bağlanımı değil, kişilerin içsel boşluklarının yüceltilmesiyle ortaya çıkan, bilinçsiz süreçte oluşturulmuş kurgusal bağlanım içerisinde olmalarıdır. Çünkü bağlanma korkusu, kişinin “kendi bağlanmasından duyulan korku” ya da “karşısındakinin kendisine bağlanmasından duyulan korku” olarak kendini gösterir. Bağlanma korkusu yaşayan kişiler üzerinde yapılan araştırmalar, yaşanan korkunun temelinin karşı tarafın bağlanmasına duyulan kaygı olduğunu göstermiştir. Bu kişilere göre, karşı tarafın ilişkiyi tanımlaması veya karşı tarafın ilişkiye bağlandığını gösteren her durum yaşanan kaygıyı tetiklemektedir. Kaygı yoğunlaştıkça, bağlanan karşı taraf ilişkiden itilmeye çalışılmakta ve ilişkinin aidiyeti kaygı yaşayan kişinin direnciyle sekteye uğramaktadır. Kaygı zaman içerisinde kişinin zihninde yoğunlaştığında, bilinçaltında genelleme oluşturularak bağlanma-fobinin temelleri atılmaktadır. Karşı tarafın bağlanmasına duyulan korkunun gerekçesi, karşı tarafa karşı sorumlu hissedilmesinden, karşı tarafa verilecek olası duygusal zarardan hissedilecek suçluluğun önüne geçilmesi olarak açıklanabilir. Bağlanmayan taraf, suçluluk hissinin vereceği acıdan kaçınmak için karşı tarafın bağlanmasını engellemeye çalıştığını düşünmektedir. Aslında karşı tarafın bağlanmasından duyulan korkuda temel sorun, karşı tarafın bağlanmasıyla ortaya çıkacak suçluluk hissi değil, farkında olmadan ortaya çıkacak kendi bağlanımıdır. İlişkide yaşamaktan korktuğu suçluluk hissi, gerçekte karşı tarafı kaybetme korkusunun belirtisidir. Bu kişiler genelde “elde etme” ama “elde edilememe” dürtüsüne odaklanmış durumdadırlar. İstedikleri ilişki gerçek bir sevgi ilişkisi değil, beklentilerinin kendi istekleri doğrultusunda karşılanmasına yönelik bir ilişkidir. Bu ilişkideki temel, çocuklukta ebeveyn ile kurulamamış olan sağlıklı ilişkinin tamir edilmesi durumudur. Bağlanma korkusunu yoğun olarak yaşayan kişiler ilişki içerisinde oldukları kişilerle aralarında belli bir mesafe olmasını tercih ederler. Geçmiş ilişkilerine bakıldığında şehirler arası / ülkeler arası, sanal ve/veya açık ilişki yaşadıklarının görülmesi bu durumu kanıtlamaktadır. Burada sözü edilen “elde etme” ama “elde edilememe” dürtüsü bağlanma arayışının bir sonucudur. Bağlanma ihtiyacı kişilerin ilişkisiz yaşayamama ve yalnızlığa göstermiş olduğu yoğun direnç nedeniyle ortaya çıkan, bebeklik döneminden kalma bağımlılık eğilimleridir. Bu eğilim temelde güven arayışı olan, kendini birine ait hissetme (anneye aidiyet), başka birinin kendinden ayrılmayacak biçimde kendisine ait olduğunu hissetme (anneyi kendinin bilme) ihtiyacıdır. Bu noktada bağlanma ihtiyacı, bağımlılık arayışının bunu sorun olarak gören algı tarafından meşrulaştırılmasıdır.
Bağlanma Korkusu ve Bağımlılık İlişkisi
Bağlanma üzerine yapılan çalışmalarda, bağlanma ve bağımlılık birbirinden ayrılır. Bağımlılık, kişinin kontrol dışı davranışlar geliştirmesine neden olan, hissettiği kişiye ve karşısındakine huzursuzluk veren duygular olarak algılanmaktadır. Kişi, kendini kontrol edebildiği sürece hissedilen bağımlılık durumunun bağlanma olduğu düşünülür, ancak yapılan çalışmalar bu bağın hissedilebilir bir duygu olmadığını göstermektedir. Bağlanma arayışı sadece karşı cins ilişkilerinde değil, bu ihtiyacın transfer edildiği her yerde kendini gösterebilir. Mesleki başarı, para, sosyal statü ve benzeri aktarımların altında yatan “güvenlik arayışıdır”. Bağlanma arayışı kişinin ilişkiyi, karşı tarafa hissettiği duygulardan çok, bu ihtiyacı karşılamaya yönelik yaşamasına, bu ihtiyaç nedeniyle karşı tarafın beklentilerini karşılamaya dönük davranışlar geliştirmesine neden olur.
Kişinin yaşadığı duygular, hayatındaki ilişkilere de yansımaktadır. Yoğun kaygı içerisinde olan bir kişi kaygısını hafifletmek için alkol tüketmeye başlayarak kaygısını azalttığını düşünerek bunu alışkanlık haline getirebilir. Böylelikle kaygı düzeyi ile alkol tüketimi arasında bir bağ kurarak alkol bağımlısı haline gelebilir. Bu nedenle ilişkilerde patoloji alanının bağlanma problemi olarak değil, bağımlılık problemi olarak tanımlanması gerekmektedir. İlişkilerde sorun yaratan tüm duygusal, zihinsel ve davranışsal süreçler bağımlılık sorunudur. Bağlanma arayışı; yetersizlik hissi, yalnız hissetmenin getirdiği değersizlik, kendine güveni yitirme, insanlara güven kaybı, endişe, korku, çatışma, saplantı, arayış içinde zamanın tükenmesi gibi sorunların yaşanmasına neden olur.
İyileşme Süreci
Bağlanma problemleri başlangıçta kişinin kendisini rahatsız etmese de zaman içerisinde kişiyi yıpratan sürece doğru bir yolculuk başlar. Bu gibi durumlarda yıpranma sürecinin öncesinde durumun farkına varıldığında psikolojik destek alınması tavsiye edilir. Bir psikologdan randevu alamadan önce uzmanı araştırıp uzmanlığının hangi alanlarda olduğunu bilmeye ve yetkinlik alanına göre gideceğiniz psikoloğu seçmeye hakkınız vardır.