Kaygı evrimsel olarak hayatta kalabilme becerimizi ayakta tutabilmemizi destekleyen temel duygularımızdan birisidir. Avcılık toplayıcılık dönemine gittiğimizde, kaygı sayesinde yiyecek arama, zihin haritası oluşturma, avlanmamak için avlama becerilerimiz gelişmiştir. Fiziksel olarak bizden tonlarca ağır canlılar tarafından ezilmemek, avlanmak için gittiğimiz yolları hatırlayarak geri dönmek (çünkü bir yuvaya dönemezsek dışarıdaki tehlikeleri bilemiyor ve bildiklerimizden saklanma ihtiyacı duyuyoruz), geceleri ateş yakarak hem donmaktan hem de diğer canlıların zararlarından korunmak gibi sebepler kaygı duygusu hissetmemize dolayısıyla da çözüm arayışına yönelmemize sebep olur.

Kaygı her zaman gelecekle ilgilidir. Bugünü yaşamamıza imkan vermez, gelecek hakkında “tahminlerde” bulunarak beynimizde dönüp duran düşünceler kümesine sebep olur. Bu cümleyi hepimiz mutlaka duymuşuzdur: “Kaygının azı yarar, çoğu zarar getirir.” Peki nedir işin özü?

Bir sunuma hazırlandığınızı hayal edin. Sunumu nasıl yapacağınız, hangi konulardan bahsedeceğiniz, sunum esnasında ne giyeceğiniz, beden dilinizi nasıl kullanacağınız gibi konular üzerinde hiç kaygı hissetmemek nasıl olurdu? Kulağa güzel geliyor değil mi? Oysa hiç kaygı hissetmemek bizi başarısızlığa götürebilecek temel sebeplerden birisi olur. Hiç endişe etmezsek sunumu belki de son güne kadar hazırlamayacağız, hazırladığımız sunumun üzerinden pratik yapmayacağız, konuşma esnasında fiziksel görünüşümüze ve beden dilimize dikkat etmeyerek “çabasız” bir konuşma yapacağız ve belki de en önemli mesajı atlayacağız: Ne söylediğimiz kadar, nasıl söylediğimiz de önemlidir.

Tekrar bir sunuma hazırlanacağımızı hayal edelim ve önümüzde bu sunum için bir hafta olduğunu düşünelim. Sunumu nasıl yapacağınız, hangi konulardan bahsedeceğiniz, insanların sizin hakkında ne düşüneceği, gerçekten bu konuşmayı iyi beceremeyeceğiniz hakkındaki aşırı kaygılarınız sizi terletiyor, gergin hissettiriyor, yoğun bir düşünme süreci üzerine sokuyor ve insanların sizin hakkınızdaki eleştirel düşüncelerini duymak bile istemediğiniz bir döngüye götürüyor. Kulağa korkunç geliyor değil mi? Bu düşüncelerle belki de sunumunuza son güne kadar başlayamayacak, erteleyecek, her yazdığınız sunumu beğenmeyip silecek, bir türlü işi “tamamlama” noktasına getiremeyecek ya da tamamlanan işten memnun olmayacaksınız. Belki de kendinizi sunum günü halsiz, hasta, yorgun hissedeceksiniz. Sonuç iyi bir sunum yapamıyor olmaktan geçecek.

Hissedilen kaygı düzeyleri arasında önemli bir fark olmasına rağmen her iki örnekte de sunum olumsuz sonuçlanabilir. Peki nasıl baş edeceğiz bu kaygıyla?

Stresi iyi yönetebilmek bir bütündür. Tek bir yol, tek bir yöntem herkes için aynı ve geçerli değildir. Sizi kaygıya götüren bilişsel süreçleri keşfetmeniz önemlidir.

  • Hangi düşünceler kaygıma neden oluyor?
  • Bu düşüncelerin gerçeklik payı nedir?
  • Bu düşünceler bana ne hissettiriyor?
  • Bu düşüncelerimle başa çıkmak için neler yapabilirim?
  • Daha öne benzer durumlarla nasıl başa çıktım?
  • Neleri yapmak bana iyi geldi?
  • Neleri yapmak işe yaramadı?

Düşünce süreçlerimizi keşfetmek ve farkında olmak önemlidir. Çünkü düşüncelerimiz, duygularımızı; duygularımız da davranışlarımızı ve fiziksel semptomlarımızı önemli ölçüde etkiler.

Kaygılandığımız durumlar karşısında bilinçlenmek onlarla “başa çıkma” kartları oluşturmamıza yardımcı olur. Nefes egzersizlerini başa çıkma kartlarına eklemeyi unutmamak önemlidir. İyi bir nefes, kan basıncını ve oksijen düzenini ayarlayacağından beynimize gönderdiğimiz uyarı sinyallerinin “panik” noktasına gelmesini engeller.

Önemli olan kaygımızı yok etmek değil, kaygı ile yaşamayı öğrenmektir. “Kaygı yarının acısı olmaz, sadece bugünün neşesini götürür.”