Kadına karşı şiddet kavramının temeli, eski çağlardan bugüne kadının erkeğe bağımlı, ikincil ve değersiz konumuna dayandırılmıştır. Bu algı zaman içerisinde daha da yerleşmiş, kalıplaşmış ve nesilden nesle aktarılarak günümüze gelmiştir. Bugün, 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi ile kadına karşı şiddetle mücadelede kapsamlı bir hukuki çerçeve oluşturulmak üzere  “şiddeti önleme”, “şiddetten koruma”, “kovuşturma” ve “mağdur destek mekanizması” konularına yer verilerek önemli bir adım atılmıştır. Diğer yandan “kamusal alan”, “özel alan” kavramının da ortadan kaldırılması ile özel alana müdahale edilemeyeceği düşüncesi yerini kaybetmiş ve şiddet vakıaları resmi mercilerce daha fazla haberdar olunur hale gelmiştir. Unutulmamalıdır ki,  kadına yönelik şiddet  “ailevi mesele” değil  “insan hakkı ihlalidir”.

Ülkemizde, kadına yönelik şiddet ve en yaygın hali olan aile içi şiddet hız kazanarak varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Şiddete maruz kalan kadınların korunmasına ve bu kadınlara yönelik yardım, yönlendirmelere duyulan gereksinim de giderek artmaktadır. Şiddet nedir? Şiddet kavramı, hukukumuzda ilk olarak 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun 2. maddesinde, “Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı” biçiminde tanımlanmıştır. Bu düzenlemeden anlaşılacağı üzere, şiddet kavramının yalnızca fiziksel güç uygulamak olarak değil; gerek ruhsal gerek sözlü gerekse ekonomik şiddet olarak geniş anlamda anlaşılması gerektiği sonucuna ulaşılabilmektedir.  Aile içi şiddet ise, en genel anlamıyla kadının aile içinde (ya da eski aile üyelerince) herhangi bir birey tarafından maruz bırakıldığı şiddettir. Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet biçimlerinden en sık karşılaşılanı olduğundan İstanbul Sözleşmesi kapsamında  “kadına yönelik şiddetten” ayrı olarak tanımlanmıştır.

Yazımızın konusu olan koronavirüs salgını sürecinde kadına karşı şiddet vakıalarını değerlendirecek olursak; Salgın dolayısıyla neredeyse her gün “sağlığın için evde kal” çağrıları yapılıyor, bunun üzerine bir de hafta sonu sokağa çıkma yasağı eklenince evlerimiz, her birimizin en güvende olduğu ve en çok zaman geçirdiği yerler halini aldı. Şiddet mağduru kadınlar, kendilerine şiddet uygulayanlarla daha uzun süre ve zorunlu olarak aynı evi paylaşamaya devam edince, buna sosyal ve ekonomik baskılarda eklendi ve şiddet vakıaları hızlı bir artış gösterdi. Nitekim, resmi makamlara yansıyan verilere göre, İstanbul’da ev içi şiddet Mart’ta yüzde 38,2 arttı. 2019 Mart’ta 1.804 aile içi şiddet olayı yaşanırken, bu yıl aynı ayda ise olay sayısı 2 bin 493’e yükseldi. Üzülerek görüyoruz ki  “ev” aslında bazıları için o kadar da güvenli bir yer değil. Sadece ülkemizde değil,  salgının dünya genelinde bu konudaki etkilerine baktığımızda da karşımıza farklı bir tablo çıkmıyor. Örnek vermek gerekirse, Fransa İçişleri Bakanı ülke genelinde ev içi şiddetin yüzde 30 oranında arttığını açıkladı yine İspanyada da durum farklı değil ve kadınların eczanelerde görevlilerden “Maske 19” talep etmesi durumunda eczane çalışanları polise gizli bir şekilde ev içi şiddet vakası bildiriminde bulunuyor.

kadına şiddet

Peki ne yapabiliriz? Öncelikle, salgın nedeniyle bazı yargısal faaliyetler durdurulmuş olsa bile, şiddet uygulayan kişiye ilişkin şikayet ve ihbar hakkımızın devam ettiğini ve bu amaçla resmi mercilere başvuru yapabileceğimizi bilmeliyiz. Tedbir kararı için gelen hiçbir kadın geri çevrilmeyecektir. 6284 sayılı yasadan yararlanmak istediklerini söyleyebilirler. Uzaklaştırma kararı alabilirler, boşanma sürecinde olan ve gidecek hiçbir yeri olmayan kadınlar ev tahsisi talep edebilirler. Kadınlar 155 Polis, 156 Jandarma, 183 Bakanlık ve baroların destek hatlarını arayıp acil yardım talebinde bulunabilirler. Faille aynı ortamda bulunuluyor ve telefon açmak riskli ise İçişleri Bakanlığı’nın KADES uygulamasını telefonlarına indirerek acil yardım butonu ile polisin konumlarına gelmesini sağlayabilirler. Acil durumlar için üçüncü kişiden destek alabilirler, yani 3. kişilerin ihbarı da geçerli olacaktır.

Elbette ki, sayılan bu tedbirler yeterli değildir. Bakanlık tarafından işleyiş ile ilgili aksaklıkların daha ciddi bir şekilde ele alınıp, köklü çözümler geliştirilmesi gerekmektedir. Ancak, halihazırda şiddet mağduru olduğu halde nereye, nasıl başvuracağının bilincinde olmayan birçok kadın olduğu düşünüldüğünde bu sayılan tedbirler hakkında bilgi sahibi olunması da oldukça önemlidir. Salgın sürecini en kısa zamanda atlatıp, sağlıklı günlere kavuşmak dileğiyle…

Kim bilir ne kadar zordur kadın olmak?  Kim bilir ne kadar acı saklar bir kadın yüreğinde? Kadınlar neden sessizce ağlar? Bir gün anlayabilecek miyiz acaba kadın olmanın zorluklarını? Aklımda cevaplayamadığım sorular, sorular, sorular…

Biz erkekler her zaman kendimizin üstün olduğunu hissederiz. Her zaman ön planda olması gerekenin erkekler olduğunu düşünürüz. Güçlü olan her şartta biz olmalıyız. Gerçekten de o kadar güçlü müyüz? Bir kadın kadar güçlü olabilmeyi başaran erkek var mıdır şu dünyada?  Olacağını sanmam da fıtratımız da vardır erkeklik. Laf söyletmeyiz kendimize. Dedim ya aklımda cevaplanmayan sorular ve birbirine bağlanamayan düşünceler.

İçim acıyor. Yüreğim sızlıyor günlerdir. Bir anne, bir kadın “Ölmek istemiyorum” diye feryat ediyor. Sonuç değişmiyor. O kadının bedeni, yüreği, düşünceleri, umutları, yaşayacağı güzel günleri kara toprakla buluşuyor. Bir daha gidemeyecek çocuğunun veli toplantılarına, yiyemeyecek en sevdiği yemeği, dinleyemeyecek bir türküyü sonuna kadar. Bir daha yaşayamayacak o kadın. Nefes alamayacak be nefes alamayacak!  Ya arkasında bıraktığı sevenleri, sevdikleri nasıl nefes alacak bundan sonra? O nefes ağır gelmeyecek mi gözü yaşlı anaya, babaya, evlada… Peki, bize ağır gelmeyecek mi böyle bir dünyada nefes almak ve böyle bir dünyada erkek olmak?

kadına şiddet

Gecenin karanlığında belki bir yerlerde yine bir kadın şiddete maruz kalıyordur. Kıymayın efendiler, yapmayın! Kadınları bırakın! Bırakın bahçelerinde özgürce dolaşabilsinler. Bırakın bu dünyanın tüm güzelliklerinden faydalanabilsinler. Okusunlar, meslek sahibi olsunlar, yuvalarında eşiyle eşit birer insan olsunlar.

Biz ne zaman bu hale geldik? Atalarımız yaşadığımız yerlere vermiş kadının adı. “Anadolu” demişiz.  Bir ana kadar bereketli, bir ana kadar sevecen, bir ana kadar cesur, bir ana kadar sağlam olsun diye taçlandırmışız bu toprakların adını. Bereketi simgelemişiz bir kadınla. Adına Kibele demişiz. Kan kokan ellerinizin değdiği yerlere uğrar mı Kibele? Siz bakabilir misiniz aynadaki yansımanıza?

Kadın olmak zordur, ama bir erkek olarak inanıyorum ki kadınların ve erkeklerin eşitliği bir gün bu topraklarda yeniden gerçekleşecek. O güne kadar tek bir şey söyleyebilirim sizlere: “Yaşayın yaşayabildiğiniz kadar!”