Masal dinlememiş çocuklar büyüyünce kedi resmini bile cetvelle çizerler. / Cemal Süreya

“Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Pire berber iken, deve tellal iken. Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. Anam düştü beşikten, babam düştü eşikten…” şeklinde tekerlemelerle başlayıp devam eden ve en sonunda, “Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…” şeklinde mutlu sonla biten masallarımızı zamanında hem çok okuduk hem de büyüklerimizden çok dinledik.

Çocukların karşılaştığı ilk edebi tür masaldır. Anlatıma dayalı ve kendine özel bir mantığı olan masal, bütün kültürlerde çocuk edebiyatının ilk ve en önemli kaynağıdır. Masallar gerçek değil, hayal ürünlerinden oluşur. Gerçeklik masallara dolaylı olarak yansır. Çocuk masal yardımıyla hayalden gerçeğe geçer, gerçeği hayalleri ile karşılaştırarak somutlaştırır. Böylece kendi hayal dünyası ile anlatılan dünyayı birlikte yaşama fırsatı bulur. Masal, çocuğun yaşadığı iç dünyayı en iyi yansıtan türlerden biri olduğu için, çocukların ruhunu okşar. Daha sonra bu çocuk için bir alışkanlık değil bir ihtiyaç haline gelir.

Masalların çocuk gelişimine değerli katkısı vardır. Masal anlatımı sırasında, bir yandan anlatan kişi ile çocuk arasında iletişim oluşurken, diğer yandan da çocuğun bütün zihinsel faaliyetleri harekete geçer. Yani günümüzdeki gibi bilgisayarlar veya sosyal medya araçları üzerinden kurulan sanal bir iletişim şekli yoktur. Çocuk burada anlatıcının jest, mimik, ses tonu, vurgu, duraklama, beden dili gibi tüm dışarıdan görülebilecek davranışlarını izlediği gibi bunların arkasında gerçekleşen duyguları da hisseder. Hayal gücünün gelişimi, yaratıcılık, korku ve kaygılarla yüzleşme ve çözüm üretme, sebep-sonuç ilişkisi kavramını öğrenme, kelime dağarcığının zenginleşmesi, sevgi ve nefret duygularının farkındalığı, üretkenlik, cesaret gibi pek çok duygu ve beceri kazandırır.

Yapılan araştırmalar erken yaştaki sözlü anlatı becerilerinin çocukların ileriki yaşlardaki okuma-yazma gelişimine önemli bir katkısı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle özellikle okulöncesi dönemde çocuklara erken yaşlardan itibaren düzenli olarak masal ve hikâye okunması ve çocuklara da resimlere bakarak masal-hikâye oluşturma fırsatı verilmesi okul çağındaki akademik gelişimlerini destekleyici olacaktır. Tıpkı domino taşlarının birbirine olan etkisi gibi, yetişkinler çocuklara erken yaşlardan itibaren ne kadar sık ve düzenli olarak masal ve hikâye okurlarsa, çocuklar da kitap okumaya o kadar ilgili hale gelebilirler.

Masallarda korkak-cesur, tembel-çalışkan, dürüst-sahtekar, adil-zalim gibi zıt insan tipleri karşı karşıya gelmektedir. Masallardaki iyi nitelikler güzelde, haklıda; kusurlar ve kötü nitelikler ise çirkinde, haksızda bulunur. İyiler ödüllendirilir, kötüler ise cezalandırılır, iyiler kazanır, kötüler kaybeder. Bu zıt karakterlerle örnek alınacak ve sakınılacak tutum ve davranışlar arasında net bir çizgi çizilir ve çocuğun bunları ayırt etmesi sağlanır. Böylece çocuk kazanan ve ödüllendirilen tarafta kendini konumlandırması gerektiğini öğrenir.

Çocuğun dil gelişiminde genetik yatkınlığın yanı sıra öncelikle anne ve aile fertleri, sonrasında ise yakın çevre ilişkileri ve kültürel faktörler de rol oynar. Masallar aynı zamanda çocuğun ana dilinin gelişimi için de zengin fırsatlar tanır. Atasözleri, deyimler, ikilemeler, uyaklar, benzetmeler gibi dilin incelikleriyle donanmış zengin masallar, çocuğun ana dilinin ve hayal gücünün gelişimini sağlar. Ayrıca kelime hazinesini geliştirir, dinleme-anlama becerisine katkıda bulunur, olaylara farklı açılardan bakmayı öğreterek yaratıcılığı ve merak duygusunu geliştirir. Çocuklar gerçekler arasında yetişkinler gibi mantıksal ilişkiler kuramazlar. Onların zihin dünyasında kendilerince bir işleyiş vardır ve bu dönemde hayal gücü büyük önem taşır. Bu noktada masalın mantığı ile çocuğun mantığı birbirine yakındır.

Özetle;

  • Çocukların hayal güçlerini geliştirmelerine
  • Dil gelişimine
  • Yaratıcılıklarını geliştirmelerine
  • Kendini ifade etme becerilerini geliştirmelerine
  • Liderlik özelliklerinin gelişimine
  • Sorumluluk alma duygularının gelişimine
  • İyiliksever kişilik geliştirmelerine
  • Özgüven gelişimine
  • Arkadaşlık ilişkilerini geliştirmelerine katkıda bulunmaktadır.

Son olarak;

Çocuklarınızın gelişimine zarar verecek TV programları, internet yayınları vs. gibi onu nasıl etkileyeceğini bilmediğiniz materyallere maruz bırakmaktansa, şimdi ona hiç ertelemeden bir masal okuyun. Hansel ve Gretel’i dinlemiş bir çocuğun “Kaybolabilirim ama dönüş yolumu mutlaka bulurum.” farkındalığı yaşaması gibi… Böylece siz de masalların sihirli gücünü ve eğiticiliğini beraber keşfedin.

Kalın sağlıcakla…

Bayramlar, kültür, sosyal hayatın çocuklara aktarılması için fırsat olabilir. Ama bu çocukların, büyüklere bayram-ramazan-kurban-din-inanmak-Allah-ölüm gibi kelimeleri, bunların ne demek olduğunu sormalarıyla mümkündür.

Eski bayramlar gelenekleri yapısından bu günkü bayramlardan daha çok farklıydı. Televizyonlar, tabletler, cep telefonları hiç yoktu. Aileler, dostlar, akrabalar, uzaktaki yakınlar birleşir ve unutulmayacak eğlenceler düzenlenirdi. Günümüz küçükleri için maalesef bunlar hayal gibi oldu. Eskiden bayramlarda en önemlisi olan çocuklara daha özen gösterilirdi ve o günler çok meşhur olan lunaparklara götürülürdü. Aileler yakınlarıyla bir araya geldiklerinde sohbet edilir, eğlenceli oyunlar oynanırdı.

Çocukların bakış açısından bayramlık kıyafetler alınması ayrı bir mutluluktu. Bayram alışverişine çıkmak heyecan verici bir durumdu. Çoğu zaman uyku tutmazdı. Alınan bayramlıklar bayram sabahına kadar asla giyilmezdi. Ailenin erkekleri bayram namazına giderler, erkek çocuklarını da götürürlerdi. Ramazan Bayramı öncesi oruç tutmaya çok büyük önem verilir ve çocuklar da oruç tutmaları yönünde teşvik edici yöntemler yapılırdı. Sonrasında gelen bayram sabahında aile büyükleriyle kalabalık yapılan kahvaltının tadına hiç doyulmazdı. O zamanlar ki lezzet bile farklıydı. Kurban bayramında her aile gücü yettiği ölçüde kurban kesmeye özen gösterirdi. Kesilen kurbanların etlerini ihtiyacı olanlara dağıtmak önemli bir hayır işiydi. Bu bir yandan toplumsal bir görevi de yerine getirmekteydi. Sosyal ortamın en önemli yönü birbirine yardım eden bireylerden oluşmasıdır. Bayramlar da bu yönden bir arada tutan en büyük etkendir. Şimdiki bayramların bu yönünü hala sürdürdüğünü söylemek biraz zor.

Şimdiki Çocuklar Bayramı Nasıl Devam Ettiriyor?

Bayramlar eskiden yakınların, büyüklerin bir araya geldiği, hasret giderildiği, küslerin barıştığı, tadına doyulmaz günler demekti. Günümüzde bu anlamını biraz yitirmiş gibi bir durumda oldu. Artık bayram demek tatil bölgelerine kaçmak için bir fırsat demek. Yoğun iş dertlerinden ve modern çağın sıkıntılarından bıkan aileler bayram tatillerini yıllık izinleri gibi görmeye başladıkları için artık akrabaların bir araya gelmeleri gibi bir durum bitti. Özellikle çocuklar bu yakın ilişkileri yaşama şansını pek bulamıyorlar. Yaşı 20’lerde olan gençler artık kendi arkadaşlarıyla kendi programlarını yapmaya başladılar. Çocuklar bile artık bayramların sadece tatilden ibaret olduğunu sanıyorlar. Aileler eğer imkanları varsa günlerce önceden tatil planlarını yapmaya başlıyor ve belki sadece bir telefonla yakınlarının bayramlarını kutlamakla bayramlaştığını sanıyor. Bizler televizyonların hayatımızda bu kadar etkili olmadığı, iletişim kablolarıyla sarmalanmadığımız dönemlerde akrabalarla, aile büyükleriyle bir araya gelinen bayramları yaşadık. Ama şimdiki çocukların bayramların bu yönünü çok iyi bildiklerini söyleyemeyiz.

Eski Bayramlarımızı Çocuklara Nasıl Heveslendirebiliriz?

Bayramı öncelikle adetlerimizi yaşatarak sevdirebiliriz. Yani bayram göreneklerini yaşatarak sevdirmek lazım..

Örneğin bayramlara özel olan;

  • Sabahın en erken saatlerinde uyanmak
  • Özenle giyinmek
  • Bayram kahvaltısı hazırlamak
  • Aile bireyleriyle bayramlaşmak
  • Küçüklere minik hediyeler veya bayram harçlıklarını vermek
  • Ailece büyükleri, komşuları, akrabaları ziyarete gitmek
  • Kırgın olduklarımız, küs olduklarımız varsa bayram sebebiyle unutup bir araya
    gelmek…

Bunun gibi örnek oluşturacak davranışları sürdürmek çocuklar için pozitif bir örnek olması bakımından çok faydalı olur. Büyüklerimizin söylediği meşhur bir söz vardır: “Bayramda küslük olmaz.” derlerdi. Aradaki sorunları unutup bayram sebebiyle sarılmak bayramın maneviyatını en etkili şekilde hissettirmemize de sebep olacaktır.

İhtiyacı olanlarla yardımlaşmak için bayramlar en güzel zamanlardır. Yaşlıların kalbini almak, komşularımızla vakit geçirmek, yakınlarımızla görüşmek özellikle bayramlarda daha ayrı bir anlam oluşturur. İnsanlar bayramlarda daha hoş görülü olurlar.

Kısacası;

• Elimizde imkanlarla mutlu olmak,
• Büyüklerimizden bize kalan değerlere sahip çıkmak,
• Milli ve dini bayramlarımıza ait gelenekleri çocuklarımıza aktarmak,
• Akrabalık ve komşuluk ilişkilerini diri tutmak,
• Çocuklarımıza adetlerimizi tanıtmak,
• Öncelikle kendimiz uygulayarak, daha sonra çocuklarımıza doğru örnekler göstermek,
• Etrafımızdaki insanlarla iyi ilişkiler geliştirmek,
• Durumu olmayan kişilere maddi-manevi katkıda bulunmak gibi pek çok konuda çalışmalar yapmak, bu değerlerimize sahip çıkmak açısından çok önemlidir.

NE KADAR KALABALIK O KADAR MUTLULUK

Tam da şu an, kendi çocukluğunuzu hatırlayın… Eve gelen misafirler ya da ziyaret ettiğiniz aile büyükleriyle oluşan o kalabalık tabloyu hayal edin. Uzun zamandır görmediğiniz kişilerle yaptığınız sohbetler, bayramın paylaşma geleneğinin çocuk için ne kadar önemli olduğunu size hatırlatacaktır.

Şimdiden bayramınız kutlu olsun…

Çocuğun büyüdüğünü fark ettiği dönem olarak bilinen 3 yaş dönemi belli önemli belirtilerle başlar. Sakin veya kendi halinde olan bir çocuğunuz varsa bu dönemde bazı agresif hareketlerde bulunabilir. 3 yaş sendromunun en belirgin belirtilerinden biri çocuğun bazı şeyleri kendi başına yapmaya çalışmasıdır. Sofraya kendi başına oturmaya çalışabilir veya masada onun yerinin olmadığını gördüğünde buna sinirlenip ağlamaya başlayabilir. Kendi yaşıtlarıyla kavga edebilir.

3 yaş sendromu çocuğun kendini bir ‘birey’ olarak kabul ettirme dönemidir. Çocuğun bu ‘kendini bulma’ dönemi çok dikkatli atlatılması gerekmektedir. Korkutucu gibi görünen bu dönem aslında anne baba ve çocuk arasındaki iletişimin kuvvetlenmeye başladığı zamanlardır. Yeni şeyler öğrenen çocuk, anne ve babasıyla daha fazla iletişime geçer ve bazı yeni özellikler edinir. Örneğin bazen agresif bir yapıya sahip olur bazen ise duygusal anlar yaşar. Ebeveynlerin en büyük hatalarından biri ise çocuklarının bu dönemde kendilerini bulduklarını kabul etmemeleridir.

Bu yaş aralığındaki çocuklar Ünlü Psikolog Piaget’in de kuramında bahsettiği gibi İşlem Öncesi dönemindedirler. Bu dönemde çocuklar dil öğrenmeye ve sembollerle düşünmeye başlar. Düşüncelerinde cansız nesnelere canlılık atfetmek (animizm) ve doğa olaylarına birilerinin sebep olduğunu düşünmek (yapaycılık) hakimdir. Oyuncak bebeğini canlıymış gibi beslemek, ya da Aydede bizi takip ediyor demek gibi. Buna eşlik eden hayali arkadaşları ve sembolik oyunları vardır. Örneğin bir çubuğu at olarak kullanmak ya da annesi gibi telefonda konuşmak. 3-6 yaş dönemi çocuklar ben merkezcidirler. Kendi benliklerinin her şeyi yapabileceğine, kendilerinin en önemli olduğuna inanırlar.

Özellikle anne babalarının davranışlarının temel sebebi olarak kendilerini görürler. Boşanma, hastalık, ölüm gibi olaylarda kendilerini suçlu hissedebilirler. O nedenle 3-6 yaş çocuklar, herhangi bir travmatik olay sonrasında suçluluk duygusu ile psikolojik rahatsızlıklar yaşayabilmektedirler. Tuvalet problemleri, dil tutulması, kekemelik, parmak emme, öfke kontrol sorunları, kural dinlememe gibi birçok psikolojik sorunlar ortaya çıkabilir. Böyle durumlarda çocuğun bir suçunun olmadığı uygun bir dille anlatılmalıdır.